Dünyanın en özel insanlarının yaşadığı bu müthiş bereketli ve güzel topraklarda 1000 yıldır varlığımızı tüm dünyaya kabul ettirmiş bir Milletiz.
Kabul ettirmesine ettirmişiz ancak buna karşı çıkıp arada sorgulayanlar da çıkmış elbet. Hatta fırsatını kollayıp bekleyenler hala mevcut.
Ne demiştik Dünyanın en özel insanları yaşamış bu topraklarda hele ki son yüzyılın başlarında yaşayan kahramanlar bizim için çok önemliler. Hem Onların hem en yakın göbek torunları olarak gurur duyuyoruz hem de çok yakın tarihte milletimize yaşatılan mezalimleri unutmuyor ve hatırlıyoruz.
İşte Bu Kahramanlar torunlarına daha güzel bir cennet vatan bırakmak için özgürlük, hürriyet, bağımsızlık, hür irade, seçme ve seçilme, kendi kaderine tayin yetkilerini vermek için Cumhuriyeti kurdular. Bize sadece yaşatmak ve düşmanların emellerini tekerrür etmeyi bırakın tahayyül etmelerine bile müsaade etmemek kalıyor.
İsterseniz Hep beraber O günlere dönerek hem Yaşanılanları tekrardan hatırlayalım hem de hiçbir yeniliğin kolaylıkla eskinin yerini almadığını idrak edelim:
Osmanlı Devleti, 1876 yılına kadar mutlak monarşi ile yönetilmiştir. Bu dönemde padişahlık kurumu, halk üzerinde mutlak bir egemenlik sürdürmüştür. Tanzimat dönemi (1839) ile beraber, cumhuriyet düşüncesinden söz edilmeye başlanmışsa da Osmanlı aydınları meşrutiyetin (parlamenter monarşi) kurulmasını yeterli görmüşlerdi. Meşrutiyetin daha ilerisine gidilmedi veya talep edilmedi. Osmanlı Devleti, 1876–1878 ve 1908–1918 yılları arasında meşruti monarşi ile yönetildi.
Erzurum Kongresi‘nin 23 Temmuz 1919 tarihinde yayımlanan bildirinin 3. maddesindeki “Ulusal Kuvvetleri etken ve ulusal iradeyi egemen kılmak esastır” kararı ile aslında yolumuzun Cumhuriyet otoritesi ve rejimiyle kesişeceğinin de bir nevi anlayışını sergilemişlerdi.
İstanbul’un işgal edilip Mebusan Meclisi’nin dağıtılması üzerine, “Büyük Millet Meclisi” adıyla 23 Nisan 1920‘de Ankara’da toplandı. Olağanüstü yetkilerle donatılmış 390 kişilik meclisin başkanı (Mustafa Kemal) aynı zamanda hükûmet ve devlet başkanı olarak adlandırılmıştı.
Kurtuluş Savaşı‘nın başarı ile sonuçlanmasından sonra toplanması öngörülen barış konferansına Ankara ve İstanbul hükümetlerinin birlikte davet edilmişti. Dağıtılmış İstanbul Hükümetinin fonksiyonu kalmaması nedeniyle bu durum Ankara Hükümetinin Meşruluğunu sorgulamaya devam eden düşmanların bir içten zayıflatmaya devam etme oyunuydu.
17 Ekim 1922 tarihli bir telgraf ile İstanbul Hükumeti’nden Sadrazam Tevfik Paşa barış konferansında ortak bir tavır belirlemek amacıyla Ankara Hükümeti ile iletişime geçti.
20 Ekim tarihli, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına hitap eden ikinci bir telgrafta Tevfik Paşa Babıali ile Büyük Millet Meclisi arasında amaç bakımından tam bir birlik olduğunu, Sevr Antlaşmasını iptal ettirmek ve işgalin sonuçlarını ortadan kaldırmak için beraberce mücadele edildiğini belirterek ulusal birliğin önemini vurgulamış ve vatan uğruna kişisel hırslardan
vazgeçilmesi gerektiğini belirtmiştir. Yani İstanbul Hükümeti halen güç ve rol alma mücadelesini devam ettirmeye çalışmaktadır.
28 Ekim 1922‘de İtilaf Devletleri İsviçre’nin Lozan kentinde toplanacak olan konferansa İstanbul ve Ankara hükûmetlerini resmen davet etmiştir. Aslında İstanbul Hükümetinin kalan Saray yetkilileri bir şekilde halen İtilaf Devletlerince kullanılmaya çalışmaktadır.
Bunun üzerine iki gün sonra toplanan TBMM, İstanbul hükûmetinin tasfiyesine yönelik 82 imzalı karar tasarısını görüşmüşse de aynı gün sonuç alamamış, ancak 1 Kasım tarihli toplantıda Mustafa Kemal’in kararlı ve net duruşu üzerine saltanatın kaldırılmasına karar verilmiştir.
Aslında Mustafa Kemal Saltanatı Kaldırılması ile ilgili İngiltere’ye ciddi bir cevap vermiştir. Onların yönetiminin Kral’a bağlı olması, Başbakanların halen Kral tarafından onanması, istifaya davet edilmesinin Monarşik yapısının tek adamlığına Millet bakış açısı ile yola devam edileceğinin cevabını kısmen vermiştir. Bu nedenle Lozan da Ülkenin kaderini tayin etmek için başka bir taraf olmadığını da net bir şekilde göstermek istemiştir. Aslında O günlerde saltanatın kaldırılmasının en önemli nedeni ve adımları bunlar iken günümüzde çok grift ve buğulu bir detay bakış açısı ile radikal fikirler sergilenmesinin anlamsızlığını da açıklamak isterim.
Kararname, ile aslında gerçekleşen mevcut durumun sadece kararının yazılı olarak alınmadığı bu nedenle de hükmünü geriye yürüterek “İstanbul’daki şeklî hükûmetin 16 Mart 1920’de tarihe intikal ettiğini” bildirmiştir. Aynı gün alınan bir başka Meclis kararıyla 1 ve 2 Kasım günleri milli bayram ilan edilmiştir.
Bu karar alınsa da Mecliste farklı görüşlerin de mevcut olduğunu bilmek gerekir. Mustafa Kemal’in ifadesine göre milletvekillerinin bazıları saltanatın kaldırılması kararına karşı çıkmışlardır. Bakanlar kurulu başkanı Rauf Bey (Orbay) başta karşı çıktığı karara 29 Ekim’de Mustafa Kemal ile görüştükten sonra taraftar olmuştur.
Yani en yakın silah arkadaşları, fikir ve can yoldaşları bile aslında farklı görüş ve düşüncelere sahip olabiliyor ve bu görüşlerini belirtebiliyorlardı. Mustafa Kemal için belirtilen tek adamlık doktrini aslında hiçbir şekilde gerçeği yansıtmamakta hatta fazla demokratik bir yapı ile hizip ve karar mekanizmaları geciktirilerek sürecin ilerlenmesi baltalanmaktadır.
Hatta liberal görüşleriyle tanınan Mersin vekili Selahattin Bey (Köseoğlu) sonuna kadar karara muhalif kalmıştır. Oylama da Karar Açıklanması esnasında bile bağrışmalar devam etmiştir. Tüm bu sürece rağmen aynı gün Kararın alındığı ilan edilmiştir.
Gerek Rauf Bey, gerekse Selahattin Bey daha sonra kaleme aldıkları anılarında, cumhuriyete prensip olarak karşı olmadıklarını, ancak padişahlığı kişisel diktatörlük eğilimlerine karşı bir engel olarak gördükleri için kaldırılmasına muhalif olduklarını anlatırlar. Yani O günkü zihinlerin bazıları halen kişiyi kişi ile kontrol eden bir adam adama markajı gibi yüzeysel düşüncelerinin eğiliminden çıkamamışlardır. Aslında Mustafa Kemal’in yapmaya çalıştığı Kişiyi Milletle kontrol etme maharetidir.
Kararnamenin ilanından sonra Sadrazam Tevfik Paşa başkanlığında 4 Kasım günü son toplantısını yapan Osmanlı hükümeti istifasını padişaha sunmuştur. 5 Kasım’da Ankara hükumetinin İstanbul’daki temsilcisi Refet Paşa (Bele) tüm bakanlık müsteşarlarını Divanyolu’ndaki Şark Mahfilinde toplayarak her türlü faaliyete son vermelerini tebliğ etmiştir. 7 Kasım’da Babıali’deki başbakanlık dairesi resmen boşaltılmış ve Osmanlı Devleti’nin resmî gazetesi olan Takvim-i Vekayi’nin yayınına son verilmiştir.
Meclisin 20 Ocak 1921’de kabul ettiği ve bir anayasa niteliğinde olan Teşkilat-ı Esasiye Kanunu adlı yasa ile egemenliğin Türk ulusuna ait olduğu ilan edildiğini, O Anayasanın ilk maddesinde “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir” ifadesinin artık Ne anlamla Cumhuriyetin Kurulmasından nerdeyse 3 yıl kadar öncesinden yazıldığı daha iyi anlaşılmaktadır.
Birinci meclisin seçimin yenilenmesine karar vererek 1 Nisan 1923‘te dağılmasından sonra yeni meclis toplanıncaya kadar Mustafa Kemal’in direktifi ile yeni bir anayasa tasarısı hazırlıkları başlamıştır.
Mevcut anayasa, ulusal iradenin Türk ulusuna ait olduğunu, bu iradeyi ulus adına temsil yetkisinin Meclis’e tanındığını onaylamıştı ancak devletin yönetim şeklini ve başkentini ilan etmemişti. Yeni anayasa tasarısı hazırlıkları sırasında Mustafa Kemal, çevresindekilerle Cumhuriyetin ilanı ile ilgili görüşmeler yapmıştır.
Mustafa Kemal’in Yabancı Bir Gazetenin muhabirine 22 Eylül 1923’te verdiği ve Türkçe bir özeti ilk defa İkdam gazetesinde yayımlanan demeçte, muhabirin sorusu üzerine ilk defa cumhuriyet kelimesini açıkça ortaya atması ülkede ve yurtdışında büyük yankı uyandırmıştır.
Ekim 1923’de İsmet Paşa ve bir grup mebus Ankara’nın Hükümet merkezi olarak kabul edilmesi yolunda bir kanun teklifi verdi. 13 Ekim 1923’te TBMM’de kabul edilen tek maddelik yasa ile Ankara, devletin başkenti oldu. Devlet merkezinin İstanbul olacağı yolundaki çekişmelere son veren bu yasa ile Cumhuriyetin ilanı için de bir adım atılmış oldu.
Artık Kafa Karışıklığına zaman ve mahal bırakılmamıştı. İstanbul Hükümeti fiilen ve şeklen bitmiş ve Osmanlı İmparatorluğu resmen son ermişti.
1 Kasım 1922’den itibaren artık saltanatın olmadığı ülke, meclis hükûmeti tarafından yönetilmekteydi. Bu hükûmet sisteminde her bakan meclis tarafından seçildiğinden uyumsuz kişilerin bir araya geldiği hükümet biçimine yol açmaktaydı; ayrıca her bir bakanlık için uzun süren tartışmalar yaşanmaktaydı.
Yeni Meclis seçildikten sonra kurulan İcra Vekilleri Heyeti’nin üyeleri bu şartlar altına çalışmanın güçlüklerinden şikayetçi idi. Hükümetin zayıflığı, 23 Ekim’de net bir şekilde ortaya çıktı. Aynı zamanda Dahiliye Vekili olan İcra Vekilleri Heyeti Başkanı Fethi Bey, Dahiliye Vekilliğini Ferit Tek Bey’e bırakmak istemiş ancak meclis bunu kabul etmeyerek Erzincan Milletvekili Sabit Bey’i seçmişti. TBMM ikinci başkanı Ali Fuat Bey de görevi bırakmak isteyip yerine Yusuf Kemal Bey’i aday göstermiş ancak meclis kabul etmeyerek Rauf Bey’i seçmiştir.
Yani aslında istikrar ve liyakat problemleri ülkemizin her zaman kanayan bir yarası olmuş, kişisel hırslar ekip ve çalışma takımları ruhunun önünde hep engel olmuştur. Parti sistemlerinin oluşmaması hizip ve sistematik dezenformasyona yol açmaktaydı.
Bu durum üzerine Meclis Başkanı Mustafa Kemal, 25 Ekim 1923 akşamı hükümeti Çankaya Köşkü’nde topladı. Toplantıda, Vekiller Heyeti’nin istifa etmesine ve yeni seçilecek Vekiller Heyeti’nde görev almamasına karar verildi. Böylece ülkeyi Cumhuriyet rejiminin ilanına götürecek bir hükûmet bunalımı oluşturuldu.
Mustafa Kemal artık uzun yıllar hayal ettiği ve ülkenin hayrına olacak olan Cumhuriyet fikrini kelimelerden çıkararak gerçek hayata yerleştireceği süreci başlatmıştı.
27 Ekim 1923‘te Vekiller Heyeti’nin istifası TBMM’de okunduktan sonra, yeni bir vekiller heyeti kurma yolunda çalışmalar başladı. Muhalefetin yeni hükûmet kurma çabasında bir sonuç alınamadı.
28 Ekim’de Çankaya Köşkü’ndeki akşam yemeğinde İsmet Paşa, Fethi Bey, Kazım Paşa, Kemalettin Sami Paşa, Halit Paşa, Rize mebusu Fuat ve Afyon mebusu Ruşen Eşref Bey’i
misafir olarak ağırlayan Mustafa Kemal Paşa, kabine bunalımından çıkma yolu üzerine görüştü ve misafirlerine;
“Efendiler, yarın Cumhuriyet ilan edeceğiz” dedi.
Atatür Nutuk Anılarında bahsederken bu günleri şöyle yad eder:
“Efendiler, görüyorsunuz ki Cumhuriyet ilanına karar vermek için Ankara'da bulunan bütün arkadaşlarımı davet ederek onlarla görüşüp tartışmaya asla lüzum ve ihtiyaç görmedim. Çünkü, onların da aslında ve tabii olarak benim gibi düşündüklerinden şüphe etmiyordum. Halbuki o sırada Ankara'da bulunmayan bazı kişiler, yetkileri olmadığı halde, kendilerine haber verilmeden, düşünce ve rızaları alınmadan Cumhuriyet'in ilan edilmiş olmasını bize gücenme ve bizden ayrılma sebebi saydılar."
Yemekten sonra Mustafa Kemal Paşa ve İsmet Paşa birlikte kanun tasarısını hazırladı.
Mecliste 29 Ekim 1923 sabahı toplanan Halk Fırkası Grubu kabine değişikliği için görüşmelere başladı. Görüşmelerin çıkmaza girmesi üzerine Mustafa Kemal Paşa’nın meselenin halli için görevlendirilmesine karar verildi. Çözüm için bir saat izin isteyen Mustafa Kemal, bir saat sonra kürsüye çıkarak yönetim biçiminin Cumhuriyet olması halinde hükûmet bunalımlarının yaşanmayacağının, bunun için rejimin Cumhuriyet olarak tescil edilmesi ve yönetim biçiminin buna göre düzenlenmesi gerektiğini ifade etti ve anayasa değişikliği teklifini sundu.
Fırka toplantısında yapılan konuşmaların ardından teklifin önce bütünü, sonra ayrı ayrı maddeleri okunarak kabul edildi.
“29 Ekim 1923 tarih ve 364 sayılı Teşkilât-ı Esasîye Kanununun Bazı Mevaddının Tavzihan Tadiline Dair Kanun” ile 1921 Teşkilât-ı Esasîye Kanunu’nun altı maddesinde (ilk hali) (1, 2, 4, 10, 11 ve 12. maddeler) değişiklik yapılmış; birinci maddesi şu şekilde değiştirilmiştir:
“Hâkimiyet, bilâkaydü şart Milletindir. İdare usûlü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir. Türkiye Devletinin şekl-i Hükûmeti, Cumhuriyettir”. Bazı Terimlerin anlamını bugüne çevirirsek, (Hakimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir. İdare şekli Halkın kaderini gerçekten kendisini idare etme hak ve temeline dayanır.) der.
Kanun, birçok konuşmacının “Yaşasın Cumhuriyet!” sesleriyle alkışlanan konuşmalarıyla kabul edildi. Ardından cumhurbaşkanlığı seçimi yapıldı. 158 üyenin oybirliği ile Ankara Milletvekili Gazi Mustafa Kemal cumhurbaşkanı seçildi.
29 Ekim 1923’te TBMM, Teşkilât-ı Esasiye Kanunu (1921 Anayasası)’nda yaptığı değişiklikle, devletin yönetim biçimini cumhuriyet olarak ilan etmiştir. Aynı gece bu ilan, atılan 101 pare top ile kutlanmıştır. 1924 yılında ise cumhuriyetin ilanı şenliklerle kutlanmıştır.
Buna göre;
Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir. İdare şekli, halkın kendi kaderini kendisinin tayin edeceği temeline dayanır. Devletin hükümet şekli Cumhuriyettir.
Türkiye Devleti’nin dini İslam dinidir. Resmi dil Türkçedir. Başkenti Ankara’dır.
Türkiye Devleti TBMM tarafından yönetilir.
Türkiye Cumhurbaşkanı, TBMM Genel Kurulu’nca kendi üyeleri arasından seçilir.
Türkiye Cumhurbaşkanı devletin de başkanıdır. Gerektiğinde meclise ve Bakanlar Kurulu’na başkanlık eder.
Başbakan, Cumhurbaşkanı tarafından Meclis üyeleri arasından seçilir.
Bu değişikliklerle rejimin adı konmuş ve Cumhurbaşkanlığı seçimine gidilerek Mustafa Kemal Paşa Cumhurbaşkanı seçilmiştir. İsmet Paşa ise hükümeti kurmakla görevlendirilerek Cumhuriyetin ilk başbakanı olur.
Sözlüklerde “Ulusun egemenliği kendi elinde tuttuğu ve bunu belli süreler için seçtiği milletvekilleri aracılığı ile kullandığı devlet biçimi” olarak tanımlanan Cumhuriyet, Türk milletinin karakterine uygun en iyi hükümet şekli olarak tercih edilmiştir. Yeni rejimin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyetin resmen ilanından önce bu konudaki görüşlerini 1 Mayıs 1923 tarihinde seçimin yenilenmesi hakkındaki karar dolayısıyla TBMM’nde yaptığı bir konuşmasında konu ile ilgili düşüncelerini şöyle açıklamaktadır;
“Yeni Türkiye Devleti’nin ruh-u bünyanı Hakimiyet-i Milliye’dir. Milletin bilakayd-ü şart (kayıtsız şartsız) hakimiyedir…. Türkiye Devleti’nde ve Türkiye Devleti’ni kuran Türkiye halkında tacidar (hükümdar) yoktur. Bütün cihan bilmelidir ki, artık bu devletin ve bu milletin başında hiçbir kuvvet yoktur. Yalnız bir kuvvet vardır. O da hakimiyet-i milliyedir.” Demiştir.
Yani Gayet Uzun, çetin ve zorlu yolculuklarla bugüne gelinmiştir.
Milli egemenlik kavramı üzerinde ısrarla duran Atatürk, demokrasi konusuna da değinerek kurulan Cumhuriyetin demokratik bir temele dayanmasını istemektedir ve bu konudaki görüşlerini şöyle özetlemektedir;
“Demokrasi prensibinin, en asri ve mantıki tatbikini temin eden hükümet şekli Cumhuriyettir. Cumhuriyette son söz, millet tarafından seçilmiş meclistedir. Millet namına her türlü kanunları o yapar”
19 Mayıs’ta başlayan “Milli Devrim Hareketi” ve 22 Haziran 1919’da Amasya Tamimi sonucu başlayan ulusal mücadeleyle, Atatürk devrimlerine girişilmiştir. Bu eylemler sonunda Kurtuluş Savaşı’yla, 30 Ağustos 1922’de kazanılan “Zafer”, kişisel egemenlik yerine, ulusal egemenliği kanla kesinleştirerek tarihe kaydetmiş, Lozan’da da bu sonuç, bütün dünyanın kabulünden geçirilerek içte ve ayrıca Batıya karşı da hukukileştirilmiştir.
Cumhuriyetin Kutlanması Süreci ise Yıllar itibariyle değişikliğe uğrayarak günümüze gelebilmiştir.
2 Şubat 1925’te, Hariciye Vekaleti’nce (Dışişleri Bakanlığı) düzenlenen bir kanun teklifinde 29 Ekim’in bayram olması önerilmiştir. Bu teklif Meclis Anayasa Komisyonu tarafından incelenmiş ve 18 Nisan’da karara bağlanmıştır. 19 Nisan’da ise teklif TBMM tarafından kabul edilmiştir. 628 sayılı bu kanun ile 29 Ekim, 1925’ten itibaren ülke içinde ve dış temsilciliklerde bayram olarak kutlanmaya başlamıştır.
Tarihte eşi görülmemiş bir kurtuluş mücadelesiyle bağı sayesinde kutladığımız en anlamlı ve Halkı için faydalı bayram böylece ortaya çıkmıştır.
Birçok özgürlüğümüzü kullanabilmemize vesile olan, Geleceğe dair umut besleyebilmemizi sağlayan, cumhuriyet rejiminin ilan edildiği 29 Ekim 1923'un yıldönümü işte bugündür sevgili dostlar.
Benim gözümde bugün kırmızı bayramdır. Neden Kırmızıdır şöyle açıklayayım. Bugün, bu bayram bayrak kırmızısı, kan kırmızısı, sevinçten yüzlere vuran kırmızı, heyecandan yüzlere vuran kırmızı. Acının, çilenin, kederin yerini alan mutluluğun, özgürlüğün kırmızısıdır.
Her seferinde aynı coşkuyla, Marşlarımızın bağırarak söylenmesi gereken bir bayramdır. En büyük Milli Birlik değerlerimizden biridir.
Bazı insanlar negatif konuşuyor. Dini değerlerimizle Milli değerlerimizi kıyaslamaya ve bundan nemalanmaya çalışıyorlarsa da siz bunlara hiçbir şekilde kulak asmayın. Bazıları söylenecektir sanki her geçen sene coşkusu biraz daha azalıyormuş gibi diye. Bu da gerçeği
yansıtmıyor. Harika bir gelecek ve gençler geliyor. Millî Mücadelenin Kahramanlarının Torunlarının Torunları Cumhuriyetin Erdemleriyle Yetişiyor ve Özgürlük Bayrağımızı devralmaya geliyorlar.
Dediğim gibi varsın gaflet ve dalâlet ve hatta hıyanet içinde bulunan bazı akıl fukaraları bu güzelim bayramı kutlamasın; yine de Kahraman Bir Milletin, Destansı Bir Irkın Milli Uyanışının Bayramıdır. Sevinin, Övünün, Neşelenin, Gurur Duyun, Şükredin, Çalışın ve Kahramanlar için Emek ve Mücadeleleri için Ruhlarına Dua Edin..
Emperyalist güçlerden bağımsızlığını korumuş Türkiye Cumhuriyeti için ne kadar övünsek az. Herkesin Cumhuriyet Bayramı Kutlu Olsun. Cihan FULSER
EMCC Accredited Coach & Mentor▪️Yönetici▪️
Danışman(İş Geliştirme, Marka, Satış ve Pazarlama)▪️
Kariyer, Yönetici, Yaşam Koçu
{Gisar YUHAKO}