İBB'ye bağlı İstanbul Planlama Ajansı, "İstanbul'un kapısındaki kriz: Deprem" raporunu yayınladı. Rapora göre, ağır veya çok ağır hasar alması öngörülen binaların, tahmin edilenden 1,8 kat (yaklaşık 86.400 bina) fazla olduğu belirlendi.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne (İBB) bağlı İstanbul Planlama Ajansı, “İstanbul’un kapısındaki kriz: Deprem” raporunu yayınladı.
DEPREM RİSKİ YÜKSEK İLÇELER
Rapora göre; İstanbul'da deprem riski Avrupa Yakası'nda Haliç ile Küçükçekmece Gölü arasındaki geniş bölgeye, sahil hattında Bakırköy, Zeytinburnu ve Fatih ilçeleriyle meskûn nüfus yoğunluğu yüksek olan Bahçelievler, Güngören, Bağcılar, Esenler, Bayrampaşa ve Küçükçekmece ilçelerini kapsayan bir alanı tehdit etmekte.
Anadolu Yakası’nda ise sahil şeridi boyunca, özellikle eski yapı stokunun yoğun olduğu alanlarda öne çıkmakta.
TAHMİN EDİLENDEN 1,8 KAT FAZLA BİNA ETKİLENECEK
İBB Deprem Risk Yönetimi ve Kentsel İyileştirme Dairesi Başkanlığı'nca yapılan güncel tahminler doğrultusunda ağır veya çok ağır hasar alması öngörülen binaların, tahmin edilenden 1,8 kat (yaklaşık 86.400 bina) fazla olduğu belirlenmiş.
İBB Deprem Risk Yönetimi ve Kentsel İyileştirme Dairesi Başkanlığı'nca yapılan güncel tahminler doğrultusunda olası bir deprem durumunda 86 bin binanın ağır veya çok ağır hasar alması öngörülüyor.
MARMARA DENİZİ’NE KIYISI BULUNAN TÜM İLÇELER DEPREM SONRASI OLUŞACAK TSUNAMİ RİSKİYLE KARŞI KARŞIYA
Öngörülen depremin yıkıcı etkilerinin sadece yapı stokunda değil, altyapı sistemlerinde de önemli hasarlar meydana getirmesinin beklendiği kaydedilen raporda, deprem sonrası meydana gelmesi olası bir tsunami nedeniyle Marmara Denizi'ne kıyısı bulunan tüm ilçelerin ek risklere maruz kalacağı vurgulandı.
Kıyılarda yer alan balıkçı barınakları, yeşil ve kamusal alanlar ve dere ağızlarının tsunami karşısında hasar görebilirliği yüksek bölgeler olduğu belirtildi.
“MARMARA DENİZİ’NDE TSUNAMİ YARATACAK İKİ OLAY: DEPREM VE DENİZ HEYELANLARI”
Raporda, Jeofizik Mühendisi Prof. Dr. Haluk Eyidoğan’ın şu değerlendirmelerine de yer verildi;
*Bugün mevcut heyelan alanlarının büyük çoğunluğu üzerinde yapılaşma vardır. Sel-taşkın alanlarında ruhsatlı veya ruhsatsız yapılaşma yaygındır.
*Eğer iklimin olumsuz değişimi sürerse, deprem olmadan da taşkın ve heyelan olaylarının sayısı ve büyüklüğü artacaktır. Marmara Denizi kıyılarında tsunami yaratabilecek iki olay vardır, bunlar deprem ve deniz heyelanlarıdır.
“DEPREM RİSKİNİN AZALTILMASI EN KRİTİK ÖNCELİK”
Raporda, deprem riskinin azaltılması, Türkiye tarihinde yaşanan afet ve krizler ele alındığında en kritik önceliklerden biri hâline gelmekte olduğu belirtilerek şu tespitlere yer verildi;
*Buna karşın deprem riskinin azaltılmasındaki temel uygulamalar olan yapısal risklerin azaltılması ve kentsel dönüşüm uygulamaları, gerek finansal gerekse süreçte yaşanan aksaklıklar nedeniyle çeşitli kesintilere uğruyor.
*17 Ağustos depreminin yıldönümünde İstanbul'da arazi değişimleri ve imar uygulamalarından elde edilen gelirle deprem riski önemli ölçüde engellenebilecekken bu gelirin kamuya geri kazandırılmamış olması, İstanbul'da yetkisi bulunan farklı kurumların deprem riskine yönelik yaklaşımına ilişkin önemli ipuçları sunuyor.
*Merkezi yönetimin çeşitli plan ve kararlarla afet riskinin azaltılmasında sorumluluğu büyükşehir belediyesi, ilçe belediyeleri ve vatandaşlara yönlendirmesi esasında deprem ve diğer tüm risklerde önümüzde uzun bir süreç olacağına işaret ediyor.
*Özellikle riskli yapıların dönüştürülmesinde ihtiyaç duyulan bütçenin elde edilen ranttan karşılanmamış olması kurum ve kişilerin özünde deprem riskini ciddiye almadığını, bütçenin yaratılamayan bir öğe değil, var iken kullanılması tercih edilmeyen bir kalem olduğunu ortaya koyuyor.
*Bu konuda başka bir örnek de Cumhurbaşkanlığının örtülü ödenek olarak tabir edilen ‘Gizli Hizmet Giderleri’ üzerinden verilebilir.
*2011 yılından günümüze söz konusu giderlerin toplamı ile İstanbul'daki orta ve üzeri riskli yapıların %36,6'sı belediyelere ya da vatandaşlara herhangi bir yük olmaksızın dönüştürülebilirdi.
*Buna karşın, ‘Vizyon 2050 Strateji Belgesi’nin işaret ettiği biçimde konut politikalarıyla entegre, alternatif finansal mekanizmalarla desteklenmiş bir bütüncül bir kentsel yapılaşma politikasının önemi daha net bir şekilde ortaya çıkıyor.