MAKAM SAHİPLERİNİN İYİ YA DA KÖTÜ TARAFLARI
İnsanoğlu yaratıldığı günden beri öyle veya böyle makamla sınanmıştır. Hane reisliği de bir makamdır, Cumhur reisliği de bir makamdır. Sorumluluğu ve yetkileri değişse de her makam önemlidir. Tabi ki bu yazımda kamusal makamdan bahsedeceğim…
Cennet mekân Hüseyin Nihal Atsız’ın ifadesiyle, “Makam için milleti feda eden değil, aksine gerektiği zaman millet uğruna makamını, hatta hayatını verebilen adam büyük adamdır.”
Yine büyük düşünür Konfüçyüs ne kadar güzel vurgulamış makam ile kişi arasındaki bağı. Demiş ki “Makam sahibi değildir diye kaygılanmasın kişi, o makama layık olabilmek için çalışsın. Şan ve şöhret sahibi değildir diye üzülmesin kişi, bunları hak edebilmek için çabalasın.”
İnsanları yönetmek için oluşturulan, bir hükmetme alanı “makamdır”. Makamın güç doğurduğunu bilen insanlardan, bu gücü elde etmek için kalplerini katılaştıranlar, akıllarını ve vicdanlarını kirletenler, başkalarına çekinmeden iftira atanlar, tartışanlar, çekişenler ve hatta ölümcül kavgalara girişenler olagelmiştir.
Makam sahibi olmak isteyenler, en sadık arkadaşlarına bile gizlice kötülük yapabilmektedir. Toplum için güzel hizmetler üretecek adamları saf dışı bırakırlar. Sahip oldukları, sevdikleri ve değer verdikleri her şeyi gerektiği zaman hiç mi hiç düşünmeden, seve seve feda ederler.
Makamları kendi malları gibi görenler, makamlarıyla başkalarını ezmeye, sömürmeye yeltenirler. Çıkarları için üzerlerlerindeki kişilere hoş görünmeye, beklentilerine kavuşmak için onlarla yakınlık kurmaya gayret ederler.
Altındakileri ise ezerek yükselmeye çalışırlar. Ancak kıra döke yükseldikleri yerden inerken tutunacak hiçbir şey bulamazlar.
Makamlar, tartıyı adaletle doğru tutmayanların, tartıyı aksatanların, iyiliklerde yarışmayanların, doğru dürüst ve iyi işler yapmaya çalışmayanların, güzel ve doğru söz söylemeyenlerin, görev ve sorumlulukları kapsamında ihtiras ve şahsi çıkar beklentileri içerisinde olanların ve işinde ehil olmayanların eline verilirse toplumda kıyametler kopar…
Nefislerinin kölesi olanlara, menfaat ve şöhreti makamlarının değerleriyle kazanmaya, başkalarına efendi olmaya çalışan zavallıların makamlara gelmesine fırsat verilmemelidir. Makam hırsıyla çalışanlar önce can sonra canan derler. Kendilerine hâkim olmayı beceremezler, fırsat ve imkanları kötüye kullanırlar.
İnsanlar, yeryüzüne sadece mal, mülk ve servet sahibi olmak için gelmediklerini düşünmelidir. Hak ettiği yaşamayı ahlaki kurallarla, doğru, güvenilir, namuslu ve toplum töresine uygun davranışlarla yaşamalıdır. Dünya hayatı için utanma duygusunu ve anlayışını bir kenara bırakarak yaşamamalılar.
Makam sahipleri, Sağlam iradeli ve taraflar arasında eşit davranan, dürüst, ahlaklı, merhametli, akıl sahibi, olgun ve İyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan ayırma gücüne sahip olmalıdır. İki grup çarpışırlarsa hemen aralarını bulup, adaletle aralarını düzeltmeye ve barıştırmaya çalışmalıdır.
Makam sahipleri, vicdanlı, şahsiyetli ve mesleğinde tecrübe sahibi olmalıdır. Gözü, dili, kulağı ve diğer duyu organları sağlam ve sağlıklı olmalıdır. Doğrulukta, dürüstlükte, nezaket ve hoş görü de yumuşak huyluluk ta etrafına örnek olmalıdır.
Makam sahipleri, zengin olsun, fakir olsun, kendisinin, annesi ve babasının ve en yakınlarının aleyhine de olsa doğruları söylemelidir. İncelikte, karşılıklı saygı ve sevgide, temiz ahlaklılıkta, tarafsızlıkta, bağımsızlıkta, insan haklarına saygılı olmakta, hep iyi ve güzel davranışları teşvik eden olmalıdır.
Makam sahipleri, dilini eğip bükmeyendir. Zengini sevmek veya fakire merhamet etmek gibi şahsi amaçlarının tesiriyle Adaletten sapmayan, hiçbir kimseye hiç mi hiç zulmetmeyen, yakını da olsa Adaleti daima hakkıyla yerine getirendir.
Sonuç olarak Hz. Mevlâna’nın, “Adam olmayanın eline bir mal, bir mevki geçti mi, herkesten önce kendi rezilliğini dinleyen kendisi olur, sözü asla ve asla unutulmamalıdır.
T.C. Bilal Gürer