Neşeli Günler’de, Bizimkiler’de hatta Kaynanalar’da bunu izlemiştik. Mizah dergilerinde bunları okurduk. Hatta, "sigortalı bir işe girmek" konusuyla ilgili espriler yapılırdı.
Orta direk mutluluk demekti, zenginlik ise kibir, dert, vesvese. Özal’ın seçim kazandıran bu icadı toplumun dayanağı olmuştu.
Orta direk olmak, onur verici bir şeydi.
Gerçekten de orta direğin en büyük zenginliği ‘umuduydu’. Hiçbir şey harika olmamıştı fakat bir gün, her şey harika olabilirdi; en azından bir süreliğine.
Zaten, mutlu olmak için her şey harika olmak zorunda da değildi.Ay sonu ödenebilecek miktarda bir borcumuz, hayalimizin ucunda erteleyebileceğimiz bazı heveslerimiz vardı. Gülüyorduk, adaletsizliklere karşı güldükçe güçlüydük. Yani direnebilirdik, bir direncimiz vardı.
Ve yine o dönemlerde gazetede iş ilanları vardı, böyle LinkedInler falan yoktu. Bir iş sahibi olmak için, bir mesleğin olması yeterliydi. Yüzlerce sertifikaya, hobiye ve olağanüstü başarılara ihtiyaç da yoktu.
Şimdilerde herkes yüksek lisans yapıyor. Bir de "sevdiğin mesleği yapmak" diye bir şey vardı.
Artık Türkiye’de para kazanmak için bir meslek sahibi olmak yetmiyor “ara eleman üretiyorduk”, herhangi bir uzmanlığımız olmayacaktı. Çiftçi, manav, işportacı ya da en azından ‘masum köylü’ydük.
Şimdi öğretmenler, avukatlar, doktorlar ya da daha dar gelirliler; esnaflar, işsizler, yani vatandaşlar intihar ediyoruz.
Hoşça vakit geçirecek bir futbolumuz bile kalmadı. Programlarda kulüplerin borçlarından konuşulur oldu. Yine, keşke sorun yalnızca ekonomi olsaydı. Belki o zaman eğitim, adalet, ifade özgürlüğü gibi konularda bazı "kalitelerimiz"olurdu.
Türkiye’de artık bir "toplumsal sözleşme" kalmadı ki artık kimseye derdimizi anlatacak gücümüz yok. Bir sorun varsa, bu sorunla ilgili konuşmamayı, tartışmamayı ve nihayetinde uzlaşmamayı seçiyoruz.
Sanırım artık umut verici tabloyu değil,umudu arıyoruz. Zaten, orta direk diye bir şey de kalmadı...